Kabuk bağlamayan bir yaram var, geçse de geçmese de çok üzüleceğim biliyorum. Onu her gece kimsesiz bir çocuğun başını okşar gibi göğsümün sol yanında uyutuyorum. “Neden canımı yakıyorsun?” ya da “Neden kanıyorsun durduk yere?” diye bile sormuyorum. Kızamıyorum. İnsan sevdiğinin açtığı yarayı bile narin bir papatya gibi içinde büyütmeye razı gelebiliyor bazen. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. #art#şiirsokakta#edebiyat#şiir#aşk#kadın#karalama#kalp#sanat#insan#yara#yazı#gece#kağıt#kalem#sevda#instagram
FARZ
Hadi sen şimdi herşeyi terkettiğin gibi
kalbimi de özgür eyle
sana tavanla dertleşmekle geçen geceleri anlatmayacam
çünkü bu beni yalnız kılmaktan çok
seni zalim yapar
ve hala bir umudum var benim
senin de yumuşak bir yanının olduğundan
ve unutma
aşk yenebilir en katranlı kibri bile
tüm masumların şiirleri
kendiliğinden bir gün dile gelir
çok karanlık bir kış gecesin de
ilkbahardan bize bir gündüz getirir
şimdi ben sana nasıl anlatabilirim ki
seninle yaşadığım o müzeyyen anımı
ya da meyhane masasın da alınan bir yudum rakıdan sonra söylenen bir sözdü mesela
beni bu kadar etkileyen ve seni hatırlatan "bakışların, bakışların sana aşık olmamı farzlaştırır"
bunu ben değil
içimde ki 'sen'in nefretinde ki ben söyler
yani şimdi bana kediden daha arsız bir varlık söyle bana "insan hariç"
yani şimdi bana bir kere baksan
giderken beni de götürsen
ki biliyorsun insan ölüme pek layıktır
ve ben bir hayli yorgunum koşmaktan!
BİR ÇOKÜŞÜN ÖYKÜSÜ - STEFAN ZWEİG
Bugün sizlere bir Stefan Zweig klasiğinden bahsetmek istiyorum:
Bu klasik bir öykü kitabı olup
XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olan(tabi nir zamanlar) bir aristokrat kadının yaptığı hatalarından dolayı sürgün edilmesini konu alır. ✔Bir zamanlar sarayda iktidar sahibi ve hep ilgi odağıydı Madame de Prie. Ama Normandiya'ya sürüldükten sonra o hareketli ve eğlenceli yaşamı sönüp gitti. O yalnızlığın, o dışlanmışlığın tam içinde buldu kendini.
Ve hikayenin esas konusu da Madamın kendini bu durumdan kurtarıp tekrar eski saray hayatına dönmek için her yöntemi denemesi anlatılıyor. ✅"Tek bir insanın diğeri için neler ifade edeceğini hiç bilmemişti, çünkü hiç yalnız kalmamıştı. İnsanları her zaman duyumsanmayan hava gibi değerlendirmişti yalnızca, ama şimdi boğazı yalnızlıktan düğümlendiği için yalan söyleyip aldatsalar da insanların ne kadar önemli olduğunu, salt varlıklardan neler aldığını, onların rahatlığını, güvenini ve neşesini özümsediğini fark ediyordu. Kalabalıklar içinde onlarca yıl yüzmüş ve bu kalabalıkların onu taşıyıp beslediğini asla anlamamıştı, ama şimdi bir balık gibi yalnızlık sahiline vurmuştu, çaresizlik ve şahlanmış acılar içinde çırpınıyordu." ✔Bu alıntıdan sonra da son olarak da hikayenin ana fikri kesinlikle aşırı kibir ve bencilliğin insanı yalnızlaştıracağını ve kısa zamanda unutulacağıdır.
Bu hayatta ne oldum değil, ne olacağım diye hareket edilmelidir.
İnsanlardan kendini üstün gören ve bencilliğin sınırında olan kişiler dışlanmaya ve unutulmaya mahkûmdur.
Her şeye bir neden bulunabilir, aynı zamanda hiçbir şeye bulunamaz.
Her şey hem gerçektir hem de gerçek dışı, hem mantıklıdır hem de saçma, hem görkemlidir hem de yavan.
Ne herhangi bir şey başka bir şeyden daha değerli, ne de herhangi bir düşünce başka bir düşünceden iyidir. Neden üzüntümüze üzülüp, sevincimize sevinelim? Hazdan ya da acıdan gözyaşı dökmemizin ne önemi var?
Mutsuzluğunuzu sevin, mutluluğunuzdan nefret edin, her şeyi birbirine karıştırın, allak bullak edin her şeyi! Rüzgarın savurduğu bir kar tanesi ya da dalgaların taşıdığı bir çiçek gibi olun.
Gerekmediğinde direnin, direnmek gerektiğinde ödlekleşin.
Kim bilir, belki kazanan siz olursunuz.
Ayrıca yenilmenizin ne önemi var?
Şu dünyada kazanılacak ya da yitirilecek bir şey var mı ki? Her kazanç bir kayıp, tıpkı her kaybın bir kazanç olması gibi. Neden sürekli kesin bir tutum, açık seçik düşünceler, akla yatkın sözler bekliyoruz?
Bana şimdiye dek sorulan -ya da sorulmayan- tüm sorulara yanıt olarak ateş püskürtmemem gerektiğini düşünüyorum.